Uyuz Hastalığı Nedir?

Uyuz Hastalığı Nedir, Coronapandemisinde neden sıklığı neden arttı?

Uyuz hastalığı, bilimsel adı sarcoptesscabiei olan mikroskopik sekiz bacaklı akarların sebep olduğu bir enfestasyondur. Bu hastalıkta uyuz böceklerinin dişileri derinin dış tabakalarına yumurtalarını bırakır.

Akarların deriye yumurtalarını bırakması, deride bir alerjik tepkimeye, ağır kaşıntıya ve döküntüye neden olur.

Uyuz Hastalığı Nasıl Bulaşır?

Uyuz hastalığı tipik olarak, akarların bir kişiden diğerine geçmeleri için yeterince uzun süren ciltten cilde temas yoluyla yayılır. Yatak takımları veya havlular gibi paylaşılan kişisel eşyalar üzerinden de yayılabilir.

Ailenin bireyleri ve cinsel partnerler arasında da kolayca yayılabilir.

Normal bir el sıkışması ya da sarılma, uyuz akarının bulaşması için uygun bir yöntem değildir.

Uyuz akarı çok yavaş sürünen bir varlıktır, zıplayamaz, uçamaz.

Uyuz hastalığı daha çok temizlik koşullarının ideal olmadığı ve insanların uzun süre boyunca birbirine yakın olduğu yerlerde görülebilir. Herkes uyuz hastalığına yakalanabilir ama, cinsel olarak aktif, birden çok partneri olan yetişkinler, hapishane mahkumları, kurumsal bakıma muhtaç insanlar, kalabalık koşullarda yaşayan insanlar ile çocukların ya da yaşlıların bakım tesislerindeki insanlar uyuz hastalığına yakalanma riski en yüksek gruplar arasındadır.

Uyuz salgınları bazen kreşlerden ya da anaokullarından yayılmaya başlayabilir. Küçük çocuklar birbirlerine sık sık dokunarak oynama eğilimindedir.

Öğlen uykusunda yastıklarını ve battaniyeleri de paylaşabilirler. Anaokuluna devam eden bir çocukta uyuz bulunursa, bunu personele bildirmek önemlidir. Semptomların ortaya çıkmamış olsa bile, çocuğun sınıf arkadaşları ve bakıcılarının da tedavi edilmesi gerekecektir.

Huzurevleri gibi uzun süreli bakım tesisleri uyuz salgınlarına yatkın olabilir. Bu tesislerde görevli bakıcılar, tesisin sakinlerine banyo ve giyinme konusunda yardımcı olduğu için, ten teması yaygındır. Bu nedenle yeni sakinlere ve personele uyuz taraması yapılması önemlidir.

En çok sorulan soru? Evcil Hayvanlardan Bulaşır mı?

Kediler ve köpekler de insanlar gibi uyuz hastalığına yakalanabilir. Ancak hayvanlarda görülen uyuz akarı türü insanlarda görülen uyuz akarı türü ile aynı değildir. Kedi ve köpek uyuz akarı insanlara geçse bile, insan derisinde üreyemez ve çoğalamaz.

Bu da akarların herhangi bir ciddi belirtiye neden olmadan ve uyuz hastalığını başlatmadan ölecekleri anlamına gelir.

Uyuz Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Bireyler uyuz akarı ile enfekte olduğunda, cildin ilk tepkileri göstermesi dört ila altı hafta arasında bir süre alır. Bu tepkiler arasında en yaygın olanları özellikle geceleri yoğun kaşıntı, sivilce benzeri döküntülerle kızarıklıklar, kabuklarla kabarcıklar, ve sürek kaşımadan kaynaklanan yaralardır.

Hastalığın erken evrelerinde derideki döküntüler, sivilce, sivrisinek ısırığı ve diğer cilt komplikasyonları ile benzerlik gösterdiği için nedeni anlaşılamayabilir.

Uyuz hastalığını diğer türlerden ayıran sebep olduğu amansız uyuz kaşıntısıdır. Bu kaşıntı genellikle çocuklarda ve yaşlılarda çok şiddetli görülür.

Diğer ayırt edici özelliği ise deride uzun çizgiler halinde oyukların görülmesidir. Bu kabarık çizgiler ya grimsi beyaz, ya da ten rengindedir. Bu çizgiler dişi akarları tarafından cildin yüzeyinin hemen altında açılan tünellerdir.

Oluşturulan bu yuvaların içine her bir dişi uyuz böceği tarafından 10 ila 25 yumurta bırakılır.

Uyuz akarları vücudun herhangi bir yerinde yaşayabilir, ancak vücudun belirli yerlerini diğerlerine göre daha fazla tercih ederler. Bunlar arasında başta gelenler parmak araları, el bileği, dirsek veya diz kıvrımları, bel veya göbek çevresi, göğüsler veya cinsel organlar ve çok küçük çocuklar ile yaşlılarda baş, boyun, yüz, avuç içi ve tabanlardır.

Uyuz olan bireyler üzerlerinde genellikle sadece 10 ila 15 yetişkin akar taşır ve her akar yarım milimetreden daha küçüktür. Bu onları fark etmelerini çok zorlaştırır.

Çıplak gözle, derideki küçük siyah noktalar gibi görünebilirler. Mikroskop, cilt kazıma işleminden geçen akarları, yumurtaları veya dışkı maddesini tanımlayabilir.

Kabuklu Uyuz Belirtileri Nelerdir?

Aynı zamanda Norveç uyuzu olarak bilinen kabuklu uyuz, bir bireyde on binlerce akar bulunmasından kaynaklanan bir istila türüdür. Sayının çokluğu ten üzerinde akar ve yumurtalarla dolu kalın kabuklar gelişmesine neden olur.

Kabuklu uyuz, en yaygın olarak bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde, yaşlılarda ve engelli kişilerde görülür. Bu tür uyuz oldukça bulaşıcıdır ve salgınları önlemek için hızlı tedavi gerektirir. Tanı Yöntemleri nelerdir?

Uyuz tanısı kendini her ne kadar şiddetli kaşıntı yoluyla belli etse de, doğru teşhisin konulması için mutlaka bir doktor muayenesi gereklidir. Doktor tarafından uyuz akarlarının belirtileri kontrol edilir.

Çocuk Doktoru, vücutta gözlemlenen akarları dermatoskop yöntemiyle incelenir ve yine doktor tarafından gerek görülürse bölgesel kazıma yapılabilir. Dermatoskopik incelemelerle hem akar hem de yumurtaların belirlenmesinde önemli bir rol oynar.

Uyuz Hastalığı Tedavisi Nedir, Ne kadar Sürer?

Uyuz hastalığı kendiliğinden iyileşmez, çünkü uyuz akarları kendiliklerinden bulundukları vücudu terk etmezler. Hastalık sadece akarları öldüren reçeteli ilaçlarla tedavi edilebilir.

En yaygın tedavi

  • Bir krem veya losyonun boyundan aşağıya tüm vücuda uygulanması
  • Bu krem ya da losyon vücut üzerinde 8 – 14 saat bekletilir ve sonrasında yıkanılır.

Kullanılan krem ve losyonlar arasında

  • Permetrin içeren kremler
  • Sülfürik merhemler, lindan içeren losyonlar
  • Krotamiton içeren kremler ve benzilbenzonat losyonları bulunmaktadır.
  • Bazı durumlarda uyuz tedavisi için özellike büyük çocuklarda hap reçete edilebilir. Kullanılan ilaca bağlı olarak tedavi üç güne kadar sürer.

Uyuz tedavisinde kullanılan ilaçlar uyuz akarlarını ve yumurtaları hemen öldürerek etkisiz hale getirse bile, hissedilen kaşıntıyı hemen gideremezler. Bu, deride devam eden alerjik reaksiyonun sonucudur.

  • Özellikle geceleri yoğunlaşan kaşıntıyı gidermek için antihistaminik haplar ya da hidrokortizon kremleri kullanılabilir.
  • Hidrokortizon kremi uyuz uyuz döküntülerinin görünümünü değiştireceği için durumu teşhis etmeyi zorlaştırabilir.
  • Kremi sadece doktor onayıyla kullanmak gereklidir. Buna ek olarak çay ağacı yağı ve aloevera kremleri de kaşıntıyı hafifletmek için kullanılabilir. Ancak bunların da doktor kontrolünde kullanılması gereklidir.

Uyuz hastalığının yayılmasını engellemek için bir bireye uyuz teşhisi konulunca, kişiyle yakın fiziksel teması olan herkes de tedavi edilmelidir.

Aynı yatakta uyumak, el ele tutuşmak ve birlikte banyo yapmak gibi faaliyetler uyuz akarlarının bir bireyden diğerine geçişini mümkün kılar. Semptomların ortaya çıkmasının dört ila altı hafta arasında sürmesi nedeniyle hane halkının tüm üyelerinin tedavi edilmesi önerilir.

Uyuz akarları kıyafetlerin, yatak takımlarının, mobilyaların veya havluların yüzeyinde iki ila üç gün yaşayabilir. Geride bırakılmış akarların öldüğünden emin olmak için, kullanılan çarşafları ve kıyafetleri sıcak suda yıkamak ve ideal olarak sıcak bir kurutucuda kurutmak gereklidir. Yıkanamayan eşyalar yedi gün boyunca kapalı plastik bir torbada tutulmalıdır.

Emre Karayel

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

 

CORONA VİRÜSÜ VE ÇOCUKLARDA AŞI – BURSA

Corona Pandemisi döneminde Pnömokok Hastalıklarından Aşı İle Korunmak Mümkün

Bebek ve çocuklarda kış aylarında görülen rahatsızlıklar arasında ilk sıralarda pnömokok bakterisinin neden olduğu hastalıklar yer alıyor.

Bu bakterinin yol açtığı menenjit ve zatürre gibi hastalıklar, çocuklarda ölüme ya da kalıcı hasara neden olabiliyor. Her yıl dünyada bir milyona yakın 5 yaşından küçük çocuk bu nedenle hayatını kaybediyor.Pnömokokun neden olduğu hastalıklardan korunmada en etkili yol pnömokok aşısıdır.

En sık görüleni orta kulak iltihabı, en tehlikelileri menenjit ve bakteriyemi, en çok öldüreni ise zatürredir.

Pnömokokenfeksiyonları, “StreptococcusPneumonia” adlı mikrorganizma tarafından oluşturulan ciddi seyirli enfeksiyonlardır.

Streptokokuspnömonia bakterisi ile infeksiyon ağır hastalık ve ölüme neden olabilir. Pnömokok bakterisi özellikle kış aylarında bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda;

  • Sinüzit
  • Kemik, eklem
  • Kalp zarı, karın zarı ve kan iltihapları
  • Beyin apselerine de yol açabilir.

Kimler Risk Altındadır?

Beş yaşından küçük çocuklarda pnömokokalinfeksiyonlar ağır hastalıklara neden olabilir. Bu hastalıklar arasında; menenjit, kan infeksiyonu ve orta kulak iltihabı mevcuttur. Bunlar dışında zatürre, sağırlık ve beyin hasarı da söz konusu olabilir.

İki yaşın altındaki çocuklar en yüksek risk grubunu oluştururlar. Pnömokok bakterisi insandan insana yakın temas ile bulaşır. Pnömokokinfeksiyonlarının tedavisi zor olabilir çünkü son dönemlerde bakteriler antibiyotiklere karşı daha dirençli olmaktadırlar. Bu nedenle infeksiyonun önlenmesi daha da önem kazanmaktadır.

Solunum yolu ile geçen hastalıklarda eller, en önemli bulaşma araçlarından biridir ve ailelerin çocuklarına el yıkama eğitimi vermeleri çok önemlidir.

Çocukların; yemek, tuvalet ve oyun öncesi-sonrası 15-20 saniyelik süre ile ellerini sabun ve suyla yıkamalarının yeterlidir.

Çocukların hasta olduğu bilinen insanlarla kapalı ortamlarda bir arada bulundurulmaması gerekmektedir. Ülkemizde uygulamaya giren ve aşı takviminde olan konjugepnömokok aşısı

  • İlk 5 yaş içerisindeki çocuklarda; özellikle menenjite, kısmen de zatürre ve orta kulak iltihabına karşı koruyucudur.

Konjugepnömokok aşısı menenjit ve kan infeksiyonu gibi ciddi pnömokok hastalıklarını önlemekte yardımcı olur. Bazı orta kulak iltihaplarını da önleyebilmektedir.

Konjugepnömokok aşısı süt çocukları ve oyun dönemi çocuklarında da güvenle yapılmakta ve önerilmektedir. Süt çocuğu döneminde aşılananlar bu tür infeksiyonlara karşı en yüksek risk taşıdıklarında korunmuş olurlar.

KİMLER AŞILANMALI?

İki yaş altındaki tüm çocuklar aşılanmalı. Dört dozluk konjugepnömokok aşısı, aşı takviminde; 2, 4, 6, 12 aylıkken yapılır.

Bu aylarda aşılanmamış çocuklar yine de aşılanabilirler. Gerekli doz sayısı yaşına bağlıdır dolayısıyla anne babaların uzman çocuk hekimi ile bu konuyu ile danışmaları gerekmektedir.

2-5 yaş arasındaki çocuklar:

Aşılanmamış/aşıya bir nedenle ulaşamamış ve ağır pnömokokal hastalık ile yüksek risk taşıyacak çocuklar da aşılanmalıdır.

YÜKSEK RİSK TAŞIYAN ÇOCUKLAR:

  • Orak hücreli anemi olanlar
  • Dalağı alınmış veya hasarlı dalağı olanlar
  • HIV/AIDS olanlar
  • Şeker hastalığı, kanser veya karaciğer hastalığı olup da savunma sistemi etkilenmiş hastalar
  • Savunma sistemini etkileyen ilaç kullananlar; (steroid, kemoterapi gibi)
  • Uzun süren kalp veya akciğer hastalığı olanlar

Konjugepnömokok aşısı aşağıdaki durumlarda da dikkate alınmalıdır:

  • Üç yaşın altındaki çocuklar
  • Kreşe giden çocuklar
  • Alaska ve Amerika yerlileri ile Afro-Amerikalılar

KonjugePnömokok Aşısının Riskleri

  • Araştırmalarda bu aşının hafif derecede yan etkilerinin olduğu gösterilmiştir.
  • Aşı bölgesinde kızarıklık, hassasiyet ve şişlik (yüzde 5-15)
  • Ateş
  • Huzursuzluk, uykuya eğilim veya iştahsızlık

Şu ana kadar ciddi bir reaksiyon bildirilmemiştir. Ancak herhangi bir ilaç gibi aşılar da ciddi sorunlara yol açabilirler; örneğin ağır derecede alerjik reaksiyon. Bu aşının ağır derecede zarar verme veya ölüm olasılığı son derece küçüktür.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Doktor Emre KARAYEL

EN SEVDİĞİM AY ARALIK SONUNDA GELDİ

Sebzeler Kara Lahana, Havuç, Karnabahar, Bal Kabağı, Ispanak, Yerelması, Brüksel Lahanası, Pazı, Kereviz, Pırasa, Brokoli, Turp
Meyveler Elma, Portakal, Mandalina, Ayva, Nar, Greyfurt, Muz, Trabzon Hurması, Kivi, Kestane  

Lahana, diyet lifinin iyi bir kaynağıdır. Tüketiminin bağışıklık sistemini güçlendirerek çeşitli hastalıklara karşı koruduğunu bildirmektedir.

  • Manganez, folat, B grubu vitaminleri
  • Potasyum, kalsiyum, A vitamini de içerir
  • 100 gramında 24 kalori içermesiyle çok düşük kalorili bir sebze
  • 150 gram beyaz lahana günlük K vitamini ihtiyacının %92’sini, C vitamini ihtiyacının ise % 50’sini karşılar

İçeriğindeki indol, bioflavanid, monoterpenler ve diğer maddeler ile hücreleri serbest radikallere karşı korur.

Kivi artık hem tadının hem de antioksidan özelliğinin zirvesine ulaşıyor.

  • Yüksek oranda C vitamini, folik asit, potasyum içerir.
  • İlginç olarak çekirdekleri ise bir miktar omega 3 içerir.
  • Lif içeriği de bir hayli yüksek olan bu meyvenin 1 adeti (80 gr) 50 kaloridir

Kereviz kışın başka bir bağışıklık dostu sebzesi.

  • Salatası da yapılabilen K vitamini ve Antioksidandan bakımından çok zengindir.
  • Bebeklerde ve çocuklarda yüksek kolesterolün düşürülmesine ve kan şekerinin dengelenmesinde de yardımcı olan besinler arasındadır.
  • Bir porsiyon kereviz salatası yaklaşık 120 kaloridir.

Pırasanın da yine önemli düzeyde antioksidan aktivite gösterdiği bilinen flavonoidler bakımından zengin bir tür olduğu belirtilmektedir

  • Esas olarak içerdikleri kükürtlü bileşikler (organosülfürbileşikler) sayesinde öne çıkmakta
  • Lif bakımından son derece zengin, önemli bir antioksidandır.
  • Bağırsaklarımızda bulunan iyi bakterilerin oluşturulmasına katkı sağlar. Bu bakteriler sayesinde bağırsaklarda gerçekleştirilen emilim düzgün bir şekilde gerçekleşir. Sadece sindirimi düzenlemekle de kalmaz, aynı zamanda sindirim sistemimizin sağlıklı bir halde kalmasına yardımcı olur
  • A vitamini, C vitamini, E vitamini, K vitamini, B3 (niyasin), B5 (pantotenik asit) ve B9 (folik asit) vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, fosfor ve sodyum gibi mineraller sayesinde metabolizma için önemlidir

Portakal, mandalina, greyfurt gibi narenciyeler içeriğindeki vitaminler sayesinde vücut savunmasını güçlendirecek ve Çocuk doktorlarının yardımıyla sizi soğuğun olumsuz şartlarına karşı daha dirençli hale getirecektir.

  • Özellikle gribal enfeksiyonlar, üst solunum yolu rahatsızlıkları ve diş eti rahatsızlıklarına karşı benzersiz bir antivirüs görevi görüyor.
  • C vitamini, potasyum, likopen ve lifli yapısı ile kalp ve damar sağlığını korumaya katkıda bulunur.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Doktor Emre KARAYEL

Kışlık dolabım artık hazır!

Kışın gelmesiyle soğuk havalarla yine karşı karşıyız. Çocukları soğuk havalardan korumalıyız. Ancak soğuk havalarda koruyacağız diye gereğinden fazla giydirip çocuğun terlemesinden de kaçınmalıyız.

Genelde tavsiye edilen tek kat kalın bir giysi yerine kat kat giydirmektir. Çok sıcak olduğu zaman çıkarılarak terlemekten kaçınılabilir.

Çocuğunuzun Dolabında nelere dikkat emek gerekir?

Cilde temas eden kıyafetler yün içermesin.
Kıyafet alırken kıyafetin yün içerip içermediğine dikkat etmelisiniz. Özellikle egzaması olan çocuklarda, yün kaşıntıya neden olabilir. Bu nedenle cilde doğrudan temas eden kıyafetlerin %100 pamuk içermesine dikkat edilmelidir.

Vücut ısısı en çok vücudun baş bölgesinden kaybedildiği için çok soğuk havalarda çocuğunuza mutlaka şapka giydirmelisiniz.

Şapkanın kulakları da kapatmasına dikkat edilmelidir. Çocuğun şapkaya itiraz etmemesi için onun da sevebileceği renkte ve modelde olması işinizi kolaylaştıracaktır.

Boyundan da ısı kaybı çok olacağı için boyun bölgesini korumak için boyunlu bir kazak veya atkı giydirebilirsiniz.


Çocukların soğuk havada üşümemesi için dolabında mutlaka eldiven olsun

  • Eldivenin %100 pamuk olmasına ve yün içermemesine dikkat edilmeli
  • Eldiven alırken ellerin rahat hareket etmesine dikkat edilmelidir.

Ayakkabı alırken su geçirmeyen ve çocuğun ayağının rahat ettiği botların seçilmesi uygun olur.

Çoraplar cilde doğrudan temas ettiği için %100 pamuk içeren çorapların seçilmesi özellikle alerjisi olan çocuklarda çok önemlidir. Yünlü çoraplar kaşınmaya neden olabilir.


Paltoların su geçirmemesi önemlidir. Bu nedenle su geçirmeyen kumaşlar seçilebilir. Paltoların yaka kısımları yün içeriyorsa altına boyunlu %100 içeren pamuklu kıyafetler giydirebilirsiniz.

Bebeklerin ve özellikle erken doğan bebeklerin ciltlerinin yağ tabakası ince olduğundan dolayı çok kolay ısı kaybederler.

  • Bu sebepten yetişkinlere göre bir kat daha fazla kıyafet giydirmelisiniz.
  • Vücut ısılarını koltuk altından ölçüldüğünüzde 37 derecenin altına düşmemelidir.
  • Bebek arabası ile dışarı çıkarttığınızda bir battaniye ile korumalısınız.

Bebeğinize tulum şeklinde kıyafetler giydirebilirsiniz. Bebeğinizin kıyafetlerini kolay giydirilip çıkarılabilen, bacaklarını ve kollarını kolayca içine alabilen, hareketleri kısıtlamayan kıyafetlerden seçilmelidir.

Çocukların dolaplarında mutlaka olması gereken kıyafetler, kulakları da kapatan şapka, eldiven, su geçirmeyen botlar, palto, kazaklardır.

Kış aylarında uyku tulumu, battaniye, sweatshirt her bebeğin dolabında olmalıdır.

Cilde temas eden kıyafet seçiminde yün içermemesine özellikle dikkat ediniz.

Alerjisi olan çocukların çamaşırlarını sıvı deterjanlarla ve uzun durulama olacak şekilde yıkamaya da dikkat etmelisiniz.

Doktor Emre KARAYEL

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Bebeklerde ve Çocuklarda Astım Tedavisi çok mu zor?

Çocuklarda Astım için alerjik astım, alerjik bronşit ve spastik bronşit gibi isimler de kullanılmaktadır.

Çocuklarda hava yollarının (Bronş, akciğer içindeki hava keselerinin) çeşitli nedenlerle inflamasyon denilen olaylarla koruyucu mukaza tabakasının hasarlanmasına ve gözenekler oluşmasına neden olmaktadır.

Bunun sonucu hava yollarında aşırı bir hassasiyet gelişmekte ve sık sık öksürük, hışıltı, nefes daralması şikayetlerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir hastalığa astım denir.

Nasıl Bir Hastalıktır?

Astım hastalığı korkulacak bir hastalık değildir. Çocuklarda tedavi edilebilen bir hastalıktır. Astım tedavi başarısı çok yüksektir.

Belirtileri gösteren çocukların, çocuk doktoru uzmanlarınca değerlendirilmesi ve gerekli testler yapıldıktan sonra astım teşhisi konulursa çocuğa zarar vermeden tedavi uygulamak en doğrusudur.

Belirtileri Nelerdir?

Astım belirtileri;

  • Sık tekrarlayan öksürük
  • Hışıltı (Hırıltı)
  • Nefes sıkışması en önemlileridir.

Oyun oynadıktan sonra, koştuktan sonra, egzersiz yaptıktan sonra nefes sıkışması, hışıltı veya öksürük olması da astımın önemli bir belirtileridir.

Ancak bu belirtiler kendi kendine düzelen bir durum olabildiği gibi astımın ve diğer bazı önemli hastalıkların belirtileri de olabilir.

Bu nedenle her astım belirtisi gösteren çocuklara astım teşhisi konulmaması gerektiği gibi astım hastalığının atlanmaması için de gerekli incelemeler yapılmalıdır.

Tedavisi Nasıl Olmalıdır?

Çoğu kez uzun süren öksürük veya tedaviye cevap vermeyen öksürük durumunda hemen astım ilaçları olan kortizonlu spreyler veya buharlar, yanında nefes açıcılar ve çiğneme tableti, toz şeklinde ilaçlar yemeklerine katılarak kullanılmaya başlanır. Bu tür uygulamalar tamamen doğru değildir.

Astım belirtileri olan bir çocukta rahatlatma tedavisi 2-3 hafta süreyle verilebilir ancak uzun süre sprey ilaçlar veya buhar tarzında ilaçlar verilmemelidir.

Astım teşhisinin konulması ve ondan sonra en az ilaçla tedavi edilmelidir.

Astım hastalığında erken ve doğru teşhis ve zamanında tedavi önemlidir.

Bu nedenle çocuk doktoruuzmanlarınca tarafından astımdan şüphelenilen çocukların incelenmesi ve teşhis konulup tedavi edilmesi gerekir.

Çocuklarda Astımı Neler Tetikler?

Nefes borularında bebekler ve çocuklarda aşırı hassasiyet vardır. Bu hassasiyetten dolayı bazı tetikleyici faktörlerle karşılaşıldığında nefes borularında daralma olur ve öksürük, hışıltı, nefes sıkışması gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır.

Astımı Tetikleyen Faktörler

  • Soğuk algınlığı/enfeksiyonlar
  • Ani hava ve ısı değişiklikleri
  • Egzersiz
  • Sigara içme veya sigara dumanına maruz kalma
  • Ev tozlarındaki akarlar dediğimiz mikro-organizmalar
  • Polenler
  • Yiyecek katkı maddeleri
  • Küf ve koruyucu maddeler
  • Hayvan deri kalıntılar
  • Belirli ilaçlar
  • Stres

Çocuklarda Sıklığı Nedir?

Yaklaşık astım sıklığı %10-20 civarındadır.

  • İlkokul çağındaki her 10 çocuktan 2’sinde
  • Ergenlik çağındaki her 8-9 gençten 1’inde görülmektedir.

Çocuklarda Astımın Başka İsimleri Var Mıdır?

Astım yerine spastik bronşit, alerjik bronşit, re-aktif hava yolu hastalığı, bronşit kelimelerini sık kullanmaktadırlar. Aslında hepsi aynı anlama gelmektedir.

Nefes Borularında Aşırı Hassasiyet Nedir?

Normal bir çocuk sigara içilmesiyle öksürük veya nefes sıkışması olmazken astımlı bebekte-çocukta öksürük veya nefes sıkışması görülmektedir.

Gribal enfeksiyon normal çocukta soğuk algınlığı ile bir haftada düzelirken astımlı çocuklarda nefes sıkışması ve bir haftadan daha uzun süren öksürük şikayetlerine neden olur. Normal kişilere göre daha hassas bir nefes borusu vardır.

Çocuk Doktoru

Emre KARAYEL

Alerjik Rinit (Nezle) Nedir?

 

Alerjenlere burun mukozasının spesifik alerjik reaksiyonu sonucu gelişen ve başlıca sulu nezle, burun tıkanması, hapşırma, göz, burun, kulak ve boğazın kaşınması belirtileri ile seyreden hastalığa alerjik nezle denir.

Alerjik Rinit (Nezle) Sıklığı Nedir?

Yaklaşık sıklığı %15’dur. Bu oran %30-40’a kadar çıkabilmektedir.

Alerjik Rinit (Nezle) Hangi Yaşlarda Görülür?

Her yaşta görülebilmekle birlikte oyun çocuğu döneminden başlayarak ergenlik yaşlarında pik yapar. Genelde 2-3 yaşından sonra görülmektedir.

Alerjik Rinit (Nezle) Belirtileri Nelerdir?

  • Hapşırma (peş peşe)
  • Nezle (sulu ve bol)
  • Burun kaşıntısı
  • Burun tıkanması
  • Gözde kaşınma, sulanma, konjunktivit, kulak kaşıntısı, yumuşak damak ve boğazda kaşıntı, tat ve koku bozukluğu ve burun kanaması belirtileri vardır.
  • Tüm belirtilerin aynı anda olması gerekmezve herhangi bir belirti olması yeterlidir.

Alerjik Rinit (Nezle) Nedenleri

En önemli neden Genetik alt yapının kodlamasıdır. Ailesinde alerjik hastalıklardan herhangi biri (Egzama, astım, göz alerjisi, besin alerjisi gibi) olan kişilerde daha çok görülmektedir.

Ayrıca;

  • Erkek cinsiyet
  • Mama ile beslenme
  • Ek besinlere erken başlamak
  • Annenin sigara içmesi
  • Yüksek sosyoekonomik durum
  • Ev içi ve ev dışı allerjenleremaruziyet risk faktörleri arasındadır.

Alerjik Rinit (Nezle) Tetikleyicileri

Alerjenler tetikleye bilmektedir. Bunun yanında sigara içmek, keskin kokular, duman, kirli hava, soğuk, çok sıcak hava, gribal enfeksiyon tetikleye bilmektedir.

Alerjik Rinit (Nezle) Neden Önemlidir?

Genelde hayatı tehdit etmediği için basit burun rahatsızlığı diye düşünülür!

Ancak;
Alerjik nezle iş ve okul performansını
Öğrenme kabiliyetini etkiler
İş ve okul gitmemenin en büyük sebeplerindendir

Alerjik nezle astım, nazal polip, sinüzit, otitismedia, alt solunum yolları enfeksiyonları, ve diş çürümelerine neden olabildiği için önemlidir.

Alerjik Rinit (Nezle) ve Astım İlişkisi

  • Astımlıların %75 de rinit vardır
  • Alerjik rinitlerin %20-40’nda astım vardır.
  • Burundan solunum, astımlılarda egzersizle oluşan nefes borusu daralmasından çocuğu korur ve ancak Alerjik rinite bağlı burun tıkanması olanlar da bu koruma sağlanamaz.

Doktor Emre KARAYEL

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Yenidoğan banyosu ve cilt bakımı

Yenidoğan bebeklerin ciltlerindeki kan gibi artık maddeler, mikrobik kolonizasyona neden olmaması için doğumdan hemen sonra temizlenmelidir.

Bunun için doğum salonunda sıcak kuru havlular ile iyice kurulanmaları genellikle yeterlidir. Ancak mekonyum boyalı veya çok kanlı olanlarda cilt sadece kurulama ile iyi temizlenemez, yıkanması gerekebilir.

Annede hepatit B, hepatit C veya HIV enfeksiyonu olduğu bilinen bebekler de doğumdan sonra anne yanına verilmeden yıkanmalıdır.

Bebeklerin doğumdan hemen sonra yıkanmaları, ısılarını düşürüp yararından fazla zarar verebilir. Bu nedenle, ilk banyo bebeğin vital bulguları birkaç saat süreyle stabil oluncaya kadar ertelenmelidir.

Ancak prematüre, doğum ağırlığı 2500 gr altında olan bebekler annede enfeksiyon bilinse dahi yıkanmamalı, kuvöz içinde ılık su ve pamukla silinerek kurulanmalıdır. Yıkama ve silme işlemleri sırasında eldiven kullanımına dikkat edilmelidir.

Evde yapılması gereken bebeğin cildini temiz ve nemli tutmaktır. Göbek kordonunun ıslanması göbeğin düşmesini geciktirip, göbek enfeksiyonu gelişmesini kolaylaştıracağı için evdeki ilk banyo göbek kordonu kuruyup düştükten bir-iki gün sonra yapılmalıdır.

Evde bebeğin ilk banyosu önemli ve heyecan verici en güzel anlardan biridir.

Bebeği her yıkayıştan sonra banyo deneyimi giderek artar, endişelerimiz de yatışmaya başlar.

Banyoya başlamadan önce;

  • Şampuan
  • Havlu, bebek bezi, giysi gibi banyo sırasında ve sonrasında gerekli olacak tüm malzemeleri hazırlanmalı

SİLME BANYO

  • Bebek çıplak olarak bir havluyla sarılır
  • Silme işlemine yüzden başlanır. Önce gözler dıştan içe doğru silinir, sonra burundan yanaklara doğru, kulak kepçelerinin içi ve çevresi silinerek temizlenir
  • Bebeğin sarıldığı havlu açılmadan baş; sıcaklığı önceden kontrol edilmiş ılık suyla yıkanır. Isı kaybını önlemek için saçlar iyice kurulanmalıdır.
  • Bebek omuzlarının altından tutularak kaldırılır, baş geriye düşürülerek boyun kıvrımları silinir. Sonra vücuda sarılan havlu açılarak vücut silinir, en son bez bölgesi önden arkaya doğru silinerek temizlenir ve tüm vücut dikkatlice, yumuşak hareketlerle kurulanır.

Bebeğinizi birçok kez tutmanız gerekeceğinden, el bezleri, sabun ve havluların kolayca erişebileceğiniz yerde olmasını çok önemlidir.

KÜVET BANYOSU

  • Oda mutlaka önceden ısıtılmış olmalıdır. Özel bebek banyo küvetinin veya bebeğe özel uygun boyutta plastik leğenin altına havlu veya köpük yastık yerleştirilir
  • Küvete ~7-8 cm ılık su konur. Banyo suyunun vücut ısısında (35-37˚C) olması gerekir. Bebek banyoya yerleştirilmeden önce, suyun ısısı derece ile ölçerek veya önkolun iç yüzüne dökülerek dikkatli bir şekilde kontrol edilmeli, bebekte yanık oluşması önlenmelidir
  • Bebek yerleştirilirken bir kol başının altından geçirilir, koltuk altından sıkıca kavranır, diğer elle iki bacağının altından tutulur
  • Bebeğin vücudunun alt kısmı, sonra tüm vücudu suya sokulur.
  • Önce yüz ve saç silme banyosundaki gibi yıkanır. Sonra bir bez veya sünger yardımıyla bebeğin vücudu yukarıdan aşağıya doğru yıkanır

Banyo için ılık su kullanılması yeterlidir. Yenidoğan döneminde banyo için şampuan veya sabun kullanılması ilk günlerde gerekmez.

Sabunlar derinin normalde hafif asidik olan pH’sını bozar ve epidermisin koruyucu lipit tabakasını azaltır.

  • Kullanılması gerekiyorsa nötral pH’lı, boya ve parfüm içermeyen bir sabun, saçların yıkanması için yine nötral pH’lı, alkol, paraben, SLS içermeyen, göz yakmayan bebek şampuanı mümkün olduğu kadar az miktarda kullanılmalıdır
  • Sabun veya şampuan kullanılması durumunda iyice durulanmasına dikkat edilmelidir
  • Sabun artıkları kalırsa bebeğin cildini tahriş edebilir
  • Banyo sonrası saçlar ve tüm vücut, koltuk altları, kasıklar, boyun ve kulak arkası gibi kıvrım yerlerine dikkat edilerek iyice kurulanmalıdır
  • Kurulama işlemi havluyu hafifçe değdirerek, cildi zedelemeden dikkatlice yapılmalıdır

Sıcak mevsimlerde günaşırı veya her gün banyo yaptırılabilir. Sık banyo bebeğin cildinin kurumasına neden olur. Soğuk hava cildin kurumasını daha da artıracağı için, kışın daha az sıklıkla (en az haftada iki kez) banyo yaptırılmalıdır.

Cildin kurumaması için banyodan çıkarmadan kullanılan son suya parfümsüz banyo yağı eklenebilir.

Banyo sonrası bebeğin cildi kuru değilse ayrıca cilt bakımı gerekmez. Cilt kuru ise ince bir tabaka şeklinde iyice yayarak bakım kremleri kullanılmasının sakıncası yoktur.

Bu amaçla bir katman oluşturup su kaybını önleyen yumuşatıcı veya su vererek cildi nemli tutan nemlendirici bir krem kullanılabilir.

  • Bu amaçla kullanılan en uygun preparatlar vazelin esaslı nemlendirici ve yumuşatıcılardır.
  • Yağlı pomatlar (merhemler) ve yağlar, özellikle kalın bir tabaka şeklinde sürülürse cilt gözeneklerini tıkayıp terlemeyi önleyeceği ve isiliğe neden olacağı için kullanılmamalıdır.

Yenidoğan cildinden kimyasal maddelerin kolaylıkla emilebildiğini de unutmamak gerekir .

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Doktor Emre KARAYEL

Günümüz Alerjisi ve güncel yaklaşımlar

Alerji kavramı 1906 yılında Viyanalı çocuk hekimi ClemensvonPirquet tarafından ilk kez kullanıldı ve günümüzde tüm dünyada kullanılmaktadır.

Alerji esasen bağışıklık sisteminin bir çalışma arızası veya aşırı aktivitesidir.

Bağışıklık sisteminin görevi, yabancı proteinleri (örneğin parazitler, bakteriler veya virüsler) tespit etmek ve zararsız hale getirmektir.

Bunu vücut yabancı maddeye karşı spesifik bir madde, antikor, üreterek başarır (bu madde alerjide immünoglobulin E adlı antikorlardır).

Bu antikorlar yabancı proteinle vücudun bir takım direnç hücreleri arasında bağlantıyı oluşturarak direnç hücresini aktive eder ve yabancı maddelerin vücuttan atılmasını sağlar.

  • Alerji hastaları bu antikorlardan çok sayıda imal ediyor, bu da aşırı reaksiyona yol açıyor.
  • Antikorlar belirli bir proteinle bir veya birkaç kez temastan sonra oluşur.

Alerjik reaksiyonlar ilgili maddeyle/proteinle tekrarlanan temastan hemen sonra meydana gelirse, ani bir reaksiyondan bahsedilir. Gecikmeli bir reaksiyon söz konusuysa reaksiyon birkaç saat sonra da meydana gelebilir. Alerjik bir reaksiyon kapsamında IgE ve allerjik maddenin bağlandığı hücreden çok sayıda aracı madde kana verilir; bu maddeler çeşitli alerjik semptomlara yol acar.

Alerjiler geçen on yıllar içinde ciddi bir artış gösterdi. Bunun nedenleri ise henüz aydınlanmamıştır. Fakat yaşam standardının yüksek ve hijyen koşullarının iyi olduğu ülkelerde alerjilerin arttığı kesindir.

Bağışıklık sistemi doğal düşmanlara daha az maruz kaldığı için tehlikeli veya tehlikesiz maddeleri ayırt etmeyi unutmuş ve tehlikesiz proteinlere de aşırı tepki vermeye başlamıştır.

Dünya nüfusunun yüzde 40‘dan fazla bir kısmı alerji geliştirmeye yatkındır. Bir insanın gerçekten hasta olup olmayacağı büyük oranda ebeveynlerine bağlıdır. Ebeveynlerin birisi alerjikse, çocukta alerji gelişme riski yaklaşık yüzde 30‘dur. Anne ve baba alerjikse, bu ihtimal yüzde 60‘ın üzerine çıkar.

Alerjinin uzun vadeli sonuçları küçük yaşta ve çok nadiren de ana rahminde başlayabilir. Küçük çocuklarda gözlemlenen alerjiler farklıdır;

  • Başlangıçta yani 1 ve 2 yaşında genelde yumurta proteinlerine, süte veya soyaya karşı bir gıda alerjisi söz konusu olmaktadır. Bu alerji genelde ciltte dermatit/egzama ve kaşıntı şeklinde görülür.
  • Aynı çocuklar daha ileriki yaşlarda bronşit enfeksiyonları gösterir, bu da hırıltılı bir solunuma yol açabilir. Bu çocuklar çevresel alerjen maddelere karşı aşırı duyarlıdırlar (ev tozu böcekleri, akarlar, köpekler vs.).
  • Okul çağına geldiklerinde ise bahar nezlesi geliştirirler. Şikâyetler geçici olabilir, birçok şikâyet kendiliğinden yok olur. Bazılarında ise kaşıntılı dermatit ve astım kalıcıdır. Buna alerjik seviye değişimi denir.

Uygun bir tedavi uygulanarak (immünoterapi veya alerji aşısı veya spesifikimmünoterapi (SIT) de denir) semptomlar ciddi oranda iyileştirilebilir ve hatta tamamen ortadan kaldırılabilir ve hastalığın kötüleşme riski azaltılabilir.

Bahar nezlesi önceleri bir soğuk algınlığıyla karıştırılabilir, gıda alerjisine bağlı şikâyetler bir mide bozulması şeklinde yorumlanabilir. Bu nedenle hastalar ne zaman ve nerede semptomların meydana geldiğine dikkat etmelidir. Şikâyetler haftalar boyu devam ederse, bir alerjik hastalık ihtimali göz önünde bulundurulmalı ve bunun nedeni tespit edilmelidir.

Tüm hastalıklarda olduğu gibi ne kadar erken teşhis konulursa ve tedaviye başlanırsa iyileşme şansı o kadar yüksektir.

Alerjinin teşhisi birçok kısımdan oluşur ve şu yöntemleri kapsar:

  • Hastalığın ön hikâyesindeçocuk sağlığı uzmanı hastanın şikâyetlerini tespit eder.
  • Doktor şikâyetlerin türünü ve yoğunluğunu, hangi organların etkilendiğini ve bu şikâyetlerin meydana geldiği zamanı ve yeri sorar.
  • Çocuk doktoru ayrıca ailede alerjiler olup olmadığını ve bununla ilgili bu zamana kadar neler yapıldığını sorar.

Bir alerji şüphesi varsa, o zaman teşhis amacıyla bir cilt testi (sürtme veya iğne testi) yapılır.

  • Pozitif reaksiyon hastanın belirtmiş olduğu şikâyete uyuyorsa o zaman bir alerji söz konusudur. Hastanın şikâyet göstermediği pozitif bir reaksiyon ise alerji değildir, sadece bir duyarlılık belirtisidir.

Moleküler alerji teşhisi Alerjide en yeni teşhis seçenekleri arasında ISAC testi yer almaktadır. Bu test alerji tarama testi de denmektedir.

  • Bu yöntemle 100 den fazla ana alerjen maddeyi aynı anda tespit etmek mümkündür. Bu testte çok az miktarda kana ihtiyaç olduğu için çocuklarda uygulanmak için de idealdir.
  • Özellikle alerjiye neden olan maddeyi tespit etmenin tıpkı samanlıkta iğne aramaya benzediği hastalarda moleküler alerji teşhisi mantıklıdır. Ancak bu test her durumda kanda normal IgE arama testini tam olarak takviye etmez. Her ne kadar arada sırada alerjiden kaynaklanmayan anafilaktik reaksiyonlar (şok ve benzer…) meydana gelse de normal testlerle sonuç alınamadığı durumlarda bu moleküler alerji testi yararlı olabilir.

Alerjen maddeler/proteinler nedeniyle zamanla alerjik astım gelişebilir. Alerjen maddeler biyolojik menşeli çeşitli proteinler olabilir; örneğin polen, böcek zehirleri veya ev tozu böceğinin bileşenleri.

İlgili alerjen maddeyle sıkça temastansonra vücut bu proteinlere karşı, IgE antikorları imal eder; bunlar tam olarak bu alerjen maddeyi hedef almaktadır. Temas devam ettiğinde alerjen madde, belirli bağışıklık hücrelerinde oturan IgE antikorlarına bağlanır.

  • Alerjen maddeyle antikorlar arasındaki reaksiyon neticesinde ana hücreden özellikle histamin gibi maddeler salınır; bu da alerjen maddeyle temasın olduğu yerde bir iltihaba neden olur.
  • Aynı zamanda vücudun uzak noktalarında da reaksiyonlar görülebilir.

Polen veya çiçek tozu en yaygın alerjen madde kaynaklarıdır. Hastaların yaklaşık % 20-25‘i bir polen alerjisindenmüzdaripdir. Alerjiye neden olan en önemli polenler;

  • Kayın ağacı
  • Gürgen ağacı
  • Fındık ağacı
  • Otlardan, çavdardan, misk otundan ve ambrosia gibi otlardan gelmektedir.

Bunlar kuru havada rüzgârın etkisiyle yüzlerce kilometre uzağa taşınabilir. Hapşırmanın ve göz yanmasının yanı sıra sinüslerde, kulaklarda, ağızda, boğazda veya ciltte de şikâyetler söz konusu olabilir. Bunun yanında genel bir hastalanma hissi, baş ağrısı, yoğunlaşma sorunları ve sosyal hayatta ciddi kısıtlamalar söz konusu olabilir.

  • Tedavi edilmediği takdirde bu şikâyetler kötüleşebilir veya başka polenlere ya da gıdalara karşı alerjiler gelişebilir; bunun neticesinde hayat kalitesi daha da kısıtlanır.

Ev tozu böcekleri kapalı mekânlarda alerjiye neden olan en önemli alerjenlerdir. Her evde bulunurlar, fakat bu durum evin temiz olmadığını göstermez!

  • İsminden de anlaşılacağı gibi ev tozu böcekleri ev tozunda yaşarlar ve insanların cilt döküntüleriyle ve diğer organik maddelerle beslenirler.
  • Nem oranı % 75-80 olduğunda ideal yaşama şartlarına sahipler. Bu böcekleri yataklarda, oyuncak hayvanlarda
  • Minderli mobilyalarda ve halılarda bulmak mümkündür.
  • Alerjen maddenin kendisi böceğin dışkısında ve ölmüş böceklerin kitin zırhında bulunur.
  • Özellikle sonbahar ve kış aylarında, yani ısınma döneminde ve özellikle sabah uyanırken şikâyetler yoğunlaşır.
  • Bir ev tozu böceği alerjisi tüm yıl devam eden nezleye, göz nezlesine ve alerjik astıma neden olabilir

Hayvan alerjenleri; en sık kedilere ve köpeklere ve sonrasında kemirgenlere karşı (fareler, sıçanlar, tavşanlar, hamsterler) ve at ve ineklere karşı alerjiler görülür. Nadir de olsa ev kuşları da alerjilere neden olur.

  • Alerjen maddeler genelde hayvanların cilt ve tükürükbezlerinden salgılanır ve kıllarında ve pullarında tutunur. Bunlar evdeki toza karışır veya kıyafetle taşınır.
  • Kedilerin alerjiye neden olan maddelerine kıyasla köpek kıllarının alerjen maddeleri daha az bir duyarlılık potansiyeline sahiptir; köpekteki alerjen madde ayrıca odadaki havada kendininki kadar fazla kalmaz.
  • Kemirgenlere karşı alerjisi olan insanlar genelde idrardaki veya dışkıdaki proteinlere reaksiyon verir. Bir hayvan alerjisinin şikâyetleri çok şiddetli ve hızlı olabilir. Reaksiyonlar nezle, yaşaran gözler, hapşırma, öksürme, ciltte kaşınma ve nefes darlığı şeklinde gelişebilir.

Küf mantarları her yerde karşımıza çıkar. Küf mantarları çoğalmak için gözle görülmeyen sporlar oluşturur. Bu sporlar yüksek konsantrasyonda havada olabilir, solunabilir ve alerjik reaksiyonlara neden olabilir.

  • Orta Avrupa‘da alerjiye neden olan çeşitli küf mantarı türleri vardır, örneğin alternaria, aspergillus ve kladosporium. Küf mantarları sıcak ve nemli olan her yerde büyür. Nemli odaları severler ve bozulan bitki parçacıklarıyla (örn. çiçek vazolarında veya kirli buzdolaplarında) beslenirler.
  • Dolapların, ahşap kaplamaların ve duvar kâğıtlarının ardında, iyi havalandırılamayan, nemli odalarda, banyolarda ve bodrumlarda büyürler.
  • Özellikle nemli mevsimlerde sporlarını büyük miktarlarda yayarlar. Küf mantarına alerjisi olanlarda açık havada genelde samanla, yemle, otla, kuru toprakla, dökülmüş yapraklarla temas sonrasında şikâyetler görülür.
  • Gıda alerjeni bakımından küf mantarları pek önemli bir role sahip değildir. Gıdalar bozulduğunda da küf mantarları oluşabilir
  • Alerjinin kendisi dönemsel veya tüm yıl boyunca görülebilir.
  • Alerjen maddeyi taşıyan sporlar havayla solunursa veya gözlerle temas ederse göz nezlesine, nezleye, hapşırma nöbetlerine veya nefes darlığına yol açarlar. Bunun en iyi tedavisi evi, nemli odayi yenilemek ve mantardan arındırmaktır, aksi takdirde bir küf mantarı alerjisi astıma dönüşebilir.

Gıdalara karşı gerçek alerjiler nadir rastlanır ve çocukların yaklaşık yüzde beşi ile sekizinde görülür. Doğru teşhis çocuk uzmanı doktor tarafından yapılmalıdır.

Alerjiye en sık neden olan gıdalar;

  • Süt ve tavuk proteinleri
  • Balık
  • Kabuklu yemişler
  • Çeşitli meyve türleridir.
  • Belirli otlar, baharatlar ve bazı deniz mahsulleri de alerjik reaksiyona neden olabilir.

Polenlere karşı alerjisi olanlar bazı polen ve gıda alerjenlerinin moleküler temel benzerliklerinden dolayı polen benzeri bitkisel gıda alerjenlerine oldukça duyarlıdır (çapraz reaksiyonlar).

Bir gıda alerjisi sindirim organlarıyla sınırlı olabilir;

  • En çok ağızda, boğazda, dilde ve dudakta kaşınma ve baloncuklara neden olur.
  • Dudaklar, ağız veya boyun bölgesi de şişebilir, kaşınabilir, matlık duygusu meydana gelebilir.
  • Nezle, göz yanması, cilt dökmesi veya nefes darlığı da görülebilir. Nadiren de olsa tehlikeli alerjik şok meydana gelebilir.

Böcek zehirleri; Eşek arısına kıyasla arılar ve yaban arıları daha fazla alerjiye neden olur. Böcek zehiri alerjisinde iki tip reaksiyon olabilir:

  • Zehrin kendisi ciltte ağrılı, kaşıntılı ve şişmeli yerel bir reaksiyona neden olur. Böcek zehrine alerjisi bulunanlarda ayrıca şiddetli genel reaksiyonlar gözlemek de mümkündür.
  • Solunum şikâyetlerinin veya kaşıntılı cilt dökmelerinin yanında yüzde şişmeler veya tüm vücutta kaşıntı olması mümkündür.
  • En tehlikelisi anafilaktik şoktur. İlk belirtileri avuç içlerinde ve ayak tabanlarında kaşıntı/ yanma, ani tansiyon düşüşü ve bilinç kaybıdır. Derhal bir çocuk doktoruna bilgi verilmelidir!
  • Bir böcek sokmasından sonra bir alerjik reaksiyon belirtisi görülmüşse, sonraki sokulmada şok geçirme riski artabilir. Bu kişiler yanlarında her zaman bir acil durum seti bulundurmalı ve bunu nasıl kullanacaklarını bilmelidir.

Lateks esasen kauçuk ağacından elde edilen farklı kauçuk mamullerini (örneğin eldiven, balon, emzik, araba lastiği vs. gibi) imal etmeye yarayan sütümsü bir sıvıdır. Lateks ayrıca contalarda, lastik körüklerde, bantlarda, botlarda, spor ayakkabılarda, yapıştırıcı bantlarda, havalı döşeklerde, silgilerde, kumaşlarda vs. bulunabilir.

Bir lateks alerjisi geliştirme riski, tıbbi sektörde veya kan alma, damar yolu tespit materyalleri kullanılanlarda daha yüksektir.

  • Özellikle tıbbi alanda kullanılan pudralı lateks eldivenlerde alerjen maddeler eldivenler giyilirken havaya karışır ve solunur. Gözlerin yaşarması, burun akması, öksürük ve nefes darlığı meydana gelebilir.
  • Bir çapraz reaksiyon, bağışıklık sisteminin içerik proteinleri tıpkı polenlere benzeyen ve dolayısıyla bağışıklık sistemi tarafından polen alerjenleri ile karıştırılan belirli bitkisel gıdalara verdiği tepkidir. Örneğin kayın ağacına alerjiniz varsa elmalara da aşırı reaksiyon gösterebilirsiniz. Bunun yanında armut, şeftali, nektarin, kiraz, erik, fındık, ceviz, badem, böğürtlen, çilek, havuç, pırasa ve kiviye de aşırı reaksiyon olması mümkündür.
  • Polen veya başka inhale edilen alerjen maddeler (ev tozu böcekleri, hayvan kılları, böcek tozları) ne kadar uzun süredir varsa çapraz reaksiyonlar o kadar sık görülür.
  • Çapraz alerjen maddelere olan alerjik semptomlar genelde esas ana alerjiye olan tepkilerden daha hafif seyreder. Ağız ve boyun bölgesinde geniz kaşıntısı veya dil uyuşması gibi hafif belirtiler görülebilir ve oral alerji sendromu olarak tanımlanır.

Çocuklarda bir alerji geliştirme riski özellikle genetik faktörler tarafından belirlenmektedir.

  • Ne kadar fazla sayıda aile üyesinde alerjik hastalıklar varsa çocukların da aynı alerjiyi geliştirme ihtimali o kadar yüksektir.
  • Her iki ebeveyn bir alerjiye sahipse çocukların % 50 ile 80‘i alerji olabilir, tek bir ebeveyn alerjiye sahipse bu oran %20 ila 40 arasındadır.

Alerjileri önlemede şu hususlara dikkat edilmesinde fayda vardır:

  • Çocuğu en az 4-6 ay boyunca emzirin
  • İlave gıda takviyesi yapmayı geciktirmeyin (4-6 ay sonra)
  •  Çocuğu sigara dumanına maruzbırakmayın
  • Evde dumansız bir ortam olmasına dikkat edin
  •  Gebelik ve emzirme döneminde balıktan kaçınmayın
  • Riskli çocuklarda (yani ebeveynlerin en az birisi alerji hastası ise) evde kedi barındırmayın
  • Aşırı kilolardan kaçının
  • Bebeklik ve çocukluk döneminde güncel aşı tavsiyesine göre tüm aşıları yaptırın
  • Düzenli havalandırma yaparak nemli odalar ve dolayısıyla küf mantarı oluşumu önlenmelidir
  • Sezaryenle yapılan doğumlar çocukta alerji riskini artırır, mümkünse normal doğumu tercih edin
  • Probiyotik gıdaların alerji önleyici etkisi henüz tartışmada, bazı tibbi araştırma ve yayınlarda kaşıntılı dermatit-egzama-ürtiker için faydası tespit edilebildi.
  • İç ve dış mekanlarda havadaki zararlı maddelerden çocukları koruyun

Ebeveynler şayet çocuklarında, bir alerjik reaksiyonu andıran belirtiler gözlerse, çocuklarını uzman bir çocuk hekime götürmelidir. Bir alerji şüphesi tespit edilirse çocuk için muhtemel tedavi seçenekleri doktorla görüşmelidir

Tedavi edilmeyen bir alerji artabilir ve bir astıma dönüşebilir!

Bir hasta sadece senede iki ya da üç hafta etkili olan tek bir alerjen maddeye hafif bir tepki veriyorsa, o zaman bir semptomatik ilaç kullanması tavsiye edilir.

Belirtiler hastanın genel sağlık durumunu ciddi biçimde etkiliyorsa, bu tedavi arttırılır ve semptomatik tedavi yeterince fayda etmiyorsa veya etkili olmazsa;

  • İmmunoterapi seçeneğine başvurulur.
  • Antihistamin/anti alerji ilaçları ve/veya kortizonlar bir alerjinin semptomlarını azaltan fakat nedenini tedavi etmeyen ilaçlardır. İmmünoterapi veya spesifikimmünoterapi (SIT) alerjik hastalığın nedeniyle mücadele eden en etkili tedavi şeklidir.

Çocuk Doktoru

Emre Karayel

Ek Beslenme ve Anne Sütü

EK BESİNLERE GEÇİŞ DÖNEMİ

Çocuğu büyüme ve gelişmesine uygunluk gösteren iç içe girmiş üç beslenme döneminden geçmektedir.

  • Sadece anne sütü dönemi
  • Anne sütü ve ek gıda dönemi
  • Erişkin diyetidir.

Anne sütünden ek gıdalara geçişte esas problem ne zaman ve hangi gıdaların başlanması gerektiğidir.

Erken ek gıdalara başlanması sindirim sisteminin tam gelişmemiş olması nedeni ile ishal ve besin allerjilerinde artmaya neden olmaktadır.

Emmede azalmaya bağlı anne sütünün azalması, ishalli hastalıklar, doğru ve yeterli besinlerin verilmemesi nedenleri ile de malnütrisyon gelişir.

Annenin erken ek gıdaya başlamasının en önemli nedenleri ise annenin sütünün yetmediğini düşünmesi, annenin yanlış bilgilendirilmesi, bebeğin büyüme izleminin yapılmamasıdır

  • Ek gıdalara geç başlanması ise anne sütünün yetersiz kalması ile büyümede yavaşlama, immün yetmezlik ve büyümede yavaşlamaya neden olacaktır.
  • Uygunsuz besin seçimi protein enerji eksikliğine ve mineral-vitamin eksikliği ile sonuçlanacaktır

Ek gıdalara başlama dönemi ile çok erken olması ilgili durumlar;

  • Artmış ishal ve allerjik hastalıklar (barsak gelişiminde yavaşlamaya bağlı)
  • Anne sütünde azalma (ek gıdalar nedeni ile çocuğun emme isteği azalmakta)

Ek gıdalara başlama dönemi ile uygun olması ilgili durumlar (5-6. Aylar arasında)

  • Besin içeriği yeterli (Kalori, protein, demir, çinko, vitamin A ve vitamin D içeriği yeterli)
  • Hijyen koşullarına uyularak toplumun kültürel yapısına uygun yiyecekler ile (o ülkede mevcut olan ve toplumca kabul edilebilen)

Ek gıdalara başlama döneminin geç olması ile ilgili durumlar;

  • Büyüme geriliği (Anne sütü tek başına kalorik olarak yetersiz hale gelmektedir)
  • İmmün sistemde yetmezlik (Yetersiz enerji ve protein alımı sonucu)
  • İshalli hastalıklarda artma (İmmün sistemde yetersizlik sonucu)
  • Malnütrisyon (Yetersiz kalori alımı ve ishalli hastalıklara bağlı)
  • Mikronütrient eksikliği

Ek gıdalara başlanmasında her çocuk için kesin bir yaş yoktur. Ek gıdalara başlanmasını belirleyen en önemli faktör çocuğun gelişim basamağı, böbrek fonksiyonlarının artması ve sindirim sisteminin olgunlaşmasıdır. Bu da 5-6 ay arasında, her çocuk için farklı bir zamanda olmaktadır

Yeterli kalori ve protein oranına sahip olması ve yüksek biyolojik yararlanırlılığı nedeni ile anne sütü ilk 5-6 ay tek başına yeterlidir. Bu dönemde böbreklerin konsantrasyon ve sekresyon kapasiteleri düşüktür. Anne sütü bu dönemde en ideal besindir.

Yenidoğan bebeklerin mide kapasiteleri küçük  ve bağırsak geçiş zamanları kısa olması nedeni ile az miktarda ve sık beslenmeleri gerekir.

Term bebekte barsak laktaz, sukraz, maltaz ve glukoamilaz enzimleri yeterli düzeydedir.

Tükrük amilazı yenidoğanda çok düşüktür ve üç aylık çocukta erişkinin 1/3’üne ulaşır. Pankreatik amilaz altı aylık bebekte erişkin düzeyine ulaşır.

Safra tuzları miçel oluşumu için yetersizdir ve birinci ayın sonunda artar.

Pepsin ve asit salınımı iki yaşında erişkin düzeyine ulaşır.

Sindirim sisteminin yabancı proteinlere karşı koruyucu mekanizması tam gelişmemiştir. Anne sütü bu mekanizmanın gelişmesini sağlarken yabancı protein ve patojenlerle çocuğun karşılaşmasını engeller.

Bu sürede yutma refleksi zayıftır ve kaşıkla verileni ağızdan çıkartma eğilimindedirler. İlk 5-6 ay bebeğin emerek beslenme evresidir. Bu sürede bebek kaşıkla verileni yeterli yutamaz ve ağzından geri çıkartmaya eğilimlidir

Altıncı aydan başlayarak hayatın ikinci yılına kadar baş kontrolü, ince ve kaba motor basamaklarında ilerleme ile fizyolojik ve nörolojik olgunlaşma görülmektedir.

Ek gıdalara geçiş ile kaşıkla beslenme, çiğneme, parmakları ile besinleri tutarak kendini besleyebilme, kaptan bağımsız beslenme ve kaşık-çatal kullanabilme çocuğun beslenme basamaklarını oluşturur.

  • Bununla birlikte dil çıkarma refleksi 5-7. aylarda kaybolur ve kaşıkla verileni alabilir.
  • Sekizinci ayda yardımsız oturabilir ve dil hareketleri daha da gelişir; böylece daha katı yiyecekleri yiyebilir.
  • Onuncu ayda çiğnemeye başlar ve elindeki yumuşak besinleri ısırabilir.
  • Bir yaşında tüm besin maddelerinden yiyebilir ve iki elini kullanarak kaptan sıvı gıda içebilir.
  • İkinci yaşın sonunda yiyecekleri diğer maddelerden ayırabilir.

Anne sütünden ek gıdalara geçişte gelişim basamakları yanında çevrenin etkisi de vardır.

Ek gıdalara başlama yaşı annenin süt üretme kapasitesi ve bebeğin besin ihtiyacını karşılayacak besinlerin olup olmamasına göre de değişir.

Genel olarak pratik bir hesapla doğum ağırlığını iki katına çıkmış çocuk ek gıdalara başlamak için hazırdır.

Ek besin verilirken özelikle dikkat edilecek noktalar;

  • Her yeni gıdaya tek tek başlanmalı ve çok az miktarda (bir yemek kaşığı) verilmelidir
  • Bebeğin alımına uygun olarak 3-4 gün içinde miktarı artırılmalıdır
  • Yeni bir gıdaya bu üç günün sonunda başlanmalıdır.
  • Böylece çocuğun bir besin maddesine olan allerjisi tespit edilebilir
  • İlk kez verilecek besinler bebek açken denenmelidir
  • Bebek istemediği bir besini alması için zorlanmamalı bir süre ara verip bir-iki hafta sonra tekrar denenmelidir
  • Ek gıdalar tek öğün olarak başlanır.

Bebek altı aylık olduğunda anne sütüne ek olarak günde 2- 4 öğün ek gıda alabilir.

Ek gıdalara geçerken önce tekli besin grubu (yoğurt, taze meyve suları) kullanılır daha sonra çoklu karışımlara (çorba…) geçilir.

Bebeğe verilecek ek besinlerin protein, demir, çinko, vitamin D ve vitamin A’dan zengin olmasına dikkat edilmelidir.

  • Bebeklere doğal ve taze hazırlanmış besinler verilmelidir. Konserve, dondurulmuş yiyecekler, katkı maddeli hazır besinler bebeğe verilmemelidir.

Bebek için hazırlanan besinler iki saat içinde tüketilmelidir. İki saatten uzun süre oda ısında bekletilen yiyecekler kullanılmamalıdır.

Uygun saklama koşulları yoksa (buzdolabı gibi) beslenme sonrası artan miktarlar atılmalıdır.

Besinler hazırlanmadan ve bebek beslenmeden önce eller mutlaka yıkanmalıdır.

Bebeğe verilecek besinler hazırlanırken gıda hijyenine uyulmalıdır.

Besinlerin hazırlanmasında kaynatılmış su kullanılmalıdır.

Tüm besinler sadece kaşık ile verilmelidir.

Ek gıdaların verilmesinde biberon kullanılmamalıdır.

  • Koyu kıvamlı besinler emzikten emilirken boğulmaya neden olabilir.
  • Biberon ile ek gıdaların verilmesi uygun olmayan beslenme alışkanlıklarının gelişmesine neden olur ve kaşıkla beslenme alışkanlığının gelişmesine olanak vermez.
  • Bebeği beslemek için kullanılacak kaplar ve kaşıklar temiz olmalıdır.
  • Kullanılan kapların gıda artıklarının kalmasının önlenmesi ve kolay temizlenmesi için köşesiz olması gerekmektedir.
  • Bu malzemeler bir tencere içinde ağzı kapatılmış olarak en az beş dakika süre ile kaynatılmalı ve ağzı kapalı olarak soğutulmaya bırakılmalıdır.
  • Meyve ve sebze pürelerini hazırlarken vitaminlerin kaybolmaması için cam rende kullanılmalıdır.
  • Beslenme saatleri hem anne hem de çocuk için mutlu geçen anlar olmalıdır. Beslenme saatlerinde anne rahat olmalı ve acele etmemelidir.
  • Çocuk çok hızlı ya da çok fazla beslenmiş ise kusabilir

5-6 aylar arasında meyve (elma, şeftali gibi özellikle mevsimdekiler) ve yoğurt az miktarda başlanabilir.

Yerli pirinç kolayca sindirilebilir ve nadiren allerjik reaksiyonlara neden olur. Önceleri sulu muhallebi şeklinde verilebilir.

Sebze püreleri; patates, havuç, bulgur, kabak ve pirinç ile hazırlanabilir. Çorbalara bir miktar sıvı yağ ilavesi bebeğin enerji ihtiyacını tamamlamada yardımcı olur.

Yaşamın altıncı ayından itibaren yumurta sarısı az miktarda(1/8) başlanabilir ve miktarı artırılarak 10-15 günde tam yumurta sarısına çıkılır.

8-9 aydan itibaren haftada iki-üç kez tam yumurta verilebilir.

Ispanak, turp ve pancar yüksek nitrat içeriği nedeni ile erken beslenme döneminde önerilmemektedir.

8-9 aydan itibaren etli dolmalar, etli sebze yemekleri ve baharatsız ızgara köfte verilebilir. Bu ayın sonunda nişastalı besinler (pilav, makarna, tam buğday ekmek gibi) verilmeye başlanabilir.

Dokuzuncu aydan başlayarak çocuk birçok yiyeceği ısırarak yiyebilir ve bir yaşında aile sofrasındaki yiyecekleri yiyebilir

Yenidoğan bebeğin kalori ihtiyacı vücut ağırlığına göre düşünüldüğünde erişkinin üç katıdır.

Yeterli kalori alımı santral sinir sisteminin gelişimi için gereklidir.

5-6 aydan sonra anne sütü çocuğun ihtiyacını karşılayamayabilir.

Anne sütü çok azalan, ek gıdalar yeterli miktarda verilemeyen ve kilo alma problemi gözlenen bebeklere döneminde devam formülaları önerilebilir.

Hayatın ikinci yılında anne sütü çocuğun ihtiyacının sadece küçük bir bölümünü karşılayabilmesine rağmen, gelişmekte olan ülkelerde uzun süreli 24-30 aya kadar emzirme önerilmektedir

Başlanan ek gıdaların yetersiz ve dengesiz olması sonucunda çocukta büyüme duraklaması olabilir. Bu erken tespit edilmezse beslenme bozuklukları-eksiklikleri ve buna bağlı kalıcı hasar gelişebilir.

Anne sütünün D vitamini yetersizdir.

  • ilk 18-24 ay içinde tüm çocuklara 400 IU D vitamini verilmesi ve çocukların güneşe çıkarılmaları gerekmektedir

Ülkemizde vitamin A eksikliği de yaygındır. Vitamin A eksikliğinde büyümede duraklama, immün sistemin baskılanması sonucu kızamık ve ishalli gibi hastalıkların sıklığında artış, körlük gelişmesinde artma tespit edilmiştir.

Hayatın ilk yılında vitamin A ihtiyacı 1500 IU/gündür.  

  • Vitamin A özellikle peynir, yumurta, karaciğer, balık, yeşil yapraklı sebzeler ve havuçta bulunur.
  • Kızartma ve güneşte kurutma vitamin A’nın kaybına neden olur.

İnek sütü barsaktan gizli kanamaya neden olması, demir içeriğinin yeterli olmaması, içerdiği yabancı proteinlerle allerjilere neden olması nedeni ile ilk bir yıl içinde önerilmemektedir

Süt çocuğunda döneminde uygun ek gıdaların verilmemesi sonucu bu dönemde anemi sık görülmektedir.

Süt çocukluğu döneminde görülen ve üç aydan uzun süren kansızlığın tedavi edilse bile okul çocuğunun performansını etkilediği gösterilmiştir.

  • Dördüncü aydan itibaren zamanında doğan bebeklere demir desteği önerilmektedir
  • Formüla mama alan bebeklere genellikle demir desteğine gerek yoktur
  • C vitaminin yeterli tüketilmesi demir emilimini artırır 

İçme sularındaki flor miktarı 0.3 ppm’in altında ise diş çürüklerinin önlenmesi için altıncı ay – üç yaş arasındaki çocuklara 0.25 mg/gün florür verilmesi gerekmektedir

Süt çocukluğundaki ve çocukluk çağındaki hatalı beslenmenin    

  • Hipertansiyon, obesite
  • Besin allerjisi ve ateroskleroz gibi erişkin döneminin bazı kronik hastalıklarla ilişkili bulunmuştur.

Ek gıdalara başlanma döneminde çocuğun tuz ihtiyacı yoktur ve tuzsuz besinleri kolayca alabilir.

  • İlk 2 yıl içinde bebeğin yiyeceklerine tuz katılmaması önerilir.
  • Bu dönemde tuzlu besin alan çocukların hayatlarının ileri dönemlerinde de aşırı miktarda tuzlu besin tükettikleri bulunmuştur.

Ailede allerji öykü olan bebeklerde emzirme döneminde annenin diyetinden allerjen besinlerin çıkartılması ve çocuğa da bu besinleri başlamanın geciktirilmesi önerilmektedir

Ek besinlere geçiş dönemi hem anne sütü ile beslenmeden hem de biberon (mama) ile beslenmeden erişkin besinlere geçiş dönemini kapsar.

Sadece emziren annelerde değil biberon ile besleyen annelerde de rastlanmaktadır. Biberon ile beslenmenin iki hatta dört yaşına kadar devam ettiği görülmüştür.

  • Bu durum çocuğun diş gelişimini de olumsuz etkilemektedir.

Anne sütünün besleyici ve enfeksiyonlardan kesinlikle koruyucu, bebek için en uygun karışım olduğu, erişkin besinlere geçişi kolaylaştırdığı ve bebeğin bu zor dönemden geçmesini de kolaylaştırdığı aşikardır.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı

Emre KARAYEL

Meyve ve sebzelerin en olgun olduğu dönem EYLÜL!

 

 

Çocuklarımızın Eylül ayı bedenini kışa hazırlayacağını aydır. Soğuk iklime bizi hazırlayacak olan mevsim ürünlerini tüketmeniz mevsim geçişlerinden olumsuz etkilenmenizi önleyecektir.

Sonbaharın gelişi ile bitkilerin su içeriği azalmaya, daha sıkı dokuya sahip olanlar yetişmeye başlamaktadır.

Yağlı tohumlar ise yeni yeni ortaya çıkmaya başlar.

Hala biber veya domates salçası yapmak için geç değil.

Önce karpuzun ardından da kavunun sonu yaklaşmakta.

Mantar lezzetli ama hassas bir konu. Bazı zehirli türleri de var bu nedenle kültür mantarı olduğundan emin olmalısınız.

  • Yaş ağırlığının önemli bir kısmı su ve yüzde 1’i ise madensel tuzlardır.
  • 100 gramında 1,5- 2 gram istiridye mantarı 0,5 gram karbonhidrat içerir ve ortalama 35 kaloridir.
  • Az miktarda protein içermesine karşılık protein içeriği esas olarak enzimlerden oluştuğundan tüm elzem aminoasitleri içermektedir.
  • Mantar ile ana yemeklerinizin yanına sağlıklı bir çeşniler yapabilirsiniz.

Bu ayda yeni mahsul fındık çıktı. Yağ ve kalori içeriği yüksek olduğundan ölçülü tüketilmesi gereken fındık;

  • Lif ve protein açısından zengin bir kaynaktır. İçerdiği doymamış yağ asitleri sayesinde kalp sağlığını koruyucudur.
  • Tüketirken 1 avuç fındığın 150 kalori olduğunu unutmayın.

Güçlü bir antioksidan kaynağı olan üzüm için en bereketli zaman bu aydır. Ülkemizde çoğu tür olgunlaşmış durumdadır.

  • Kabuğundaki resveratrol kansere karşı koruyucudur
  • Çekirdeğindeki kuersetin kan yapımına yardımcı bir bileşendir
  • Çocuklarda en önemlisi porsiyon: Üzümün kan şekerini hızlı yükseltmesi nedeniyle miktara dikkat edilmelidir.

Ceviz de yine bu ayda olgunluğana ulaşan kabuklulardandır.

  • Yüksek miktarda folik asit ve E vitamini
  • Demir, fosfor, magnezyum, potasyum, çinko mineralleri içerir
  • Omega 3 yağ asidi açısından zengin bir kaynaktır.
  • Yüksek kolesterol ve ilerde karşılaşmak istemediğimiz kanser ve alzheimer gibi hastalıklara karşı koruyucu özelliği nedeniyle beslenmenizde çok önemli
  • Genel olarak günde 2 tüm ceviz eklemenizde fayda var.

İdrar yolu enfeksiyonlarına, kansere ve kalp sağlığına iyi geldiği bilinen kızılcık;

  • A ve C vitamini, potasyum açısından zengini
  • 1 porsiyon meyve ortalama 1 avuç kadardır ve 55 kaloridir.